12 Kasım 2007 Pazartesi

ANİDEN NASIL ÇİFTÇİ OLDUM

Ulkemizde genel geçer kural olduğu gibi önce okumalıydım, sonra askerlik, ardından çok paralı bir iş, bu arada evlilik ve akabinde çocuk(lar). Ondan sonra da yükselmek/ terfi etmek için har har çalışmak ve yine ev/ araba almak için har har daha çok çalışmak gerekliydi. Ondan sonra da çocukların okul masrafları, belki bir yazlık, v.s. Buna kalp mi dayanır, gelsin 50 yaşında ilk kalp krizi, şanslıysan ve kurtulsan bile eğer aynı yaşam şekline devam edersen ikinci de gelir kısa zamanda merak etme. Benim yokluğumda da canım (dul) karım seyahatlere gider, çocuklarda yazlıkta parti verirler... Ooooooooof! Ben, 35 yaşıma geldiğimde (yazlık evden bir önceki aşama) anladım ki rutin ve ilerisini görebildiğim bir yaşam şeklinden sıkılıyorum...

Bu nedenle birkaç sene önce sahip olduğum nitelik, bilgi, tecrübe ve özellikleri kullanabileceğim bir girişimde bulunmaya karar verdim; bu amaçla yurtiçi ve yurtdışından birçok firma ile makina mühendisi olduğum için imalat sanayiinde teknik yatırımlar üzerine bağlantılar kurdum. Aylarca görüşmeler yaptım ancak sonunda anladım ki elimdeki kısıtlı sermaye ile bu işe benim kadar gönül vermiş bir ekibim ve ortaklarım olmadan bu işleri yapamayacağım. Bu nedenle sanayi alanındaki yatırım düşüncelerim cazibesini kaybetti.

Arayışlarım devam ederken farkına vardım ki Türkiye’ mizin bağımsız bir şekilde kalkınabilmesi için kendi öz kaynaklarını kullanması gerekliydi. Bunlar da genel olarak söylemek gerekirse insan, toprak ve havaydı. Böylece hammadde yönünden dışarıya/ global sermayeye bağımlı olmadığımız yegane sektörlerin yazılım uzmanlığı, tarım, gıda, hayvancılık, turizm ve madencilik olduğunu idrak ettim. Dolayısıyla doğru kullanılırsa oldukça büyük avantajımız olduğunu düşündüğüm bu konularda birşeyler yapmanın daha doğru olacağına karar verdim. Ayrıca, mevcut işimde çalışmaya devam edebilecek ve iflas ettiğim zaman toprak alarak koyduğum yatırım sermayemi kaybetmeyecektim. Böylece sermaye ortağına da ihtiyaç duymayacağım bir miktarla yatırım yapabileceğim bir sektör olan tarımda karar kıldım.

Aslında benim tarımla ilişkim anne sütünden sonra verilen ilk sebze/meyve ile basladi ve bunun da otesine hiç geçmedi. Çok düşündüm ve araştırdım, ürün ne olmalıydı? Son zamanların gözde adayları nar, erik, ceviz, elma, kivi, kiraz ve zeytin olabilirdi.Tabii ki hepsini birden dikemezdim. Sonuçta, beni sürekli olarak ilgilenmek zorunda bırakmayacak, yatırım geri dönüşü/ başabaş noktası nispeten erken olan, ülkemizin toprak ve iklimi nedeniyle avantajlı olduğu, ihracat potansiyeli olup kar marjı nispeten yüksek olan kiraz ve zeytinde karar kıldım. Sadece bir tanesi üzerine odaklanmak da önemli bir avantajdı ama riski bölmek için bu kararı aldım.

Kirazı yemeyi çok severim, kiraz satışlarının başladığı zamanlarda ikame meyvenin olmaması da çok büyük bir avantaj. Ayrıca Avrupa’ dan da çok talep var (100.000 ton/yıl) ve bizim de arz açığımız var (50.000 ton/yıl). Zeytine gelince; bunun da talebi hergeçen gün artıyor çünkü günümüz insanı artık daha fazla sağlığını düşünüyor ve aldığı gıdalarda seçici davranıyor. Zeytini, Avrupa’ nın tamamının yanısıra Japonya ve Çin bile keşfetmeye başladı; fuarlara katılıyorlar ve üç sene sonrası için ticari bağlantı kuruyorlar. Keşke ülkemizdeki tüketimi de arttırabilsek... Ayrıca zeytinden dört büyük kutsal kitap da bahsetmiş. Kuran-ı Kerim’ de beş defa geçiyor; faydaları belirtilerek hem meyvesinin hem de yağının yenmesi gerektiği söyleniyor.

Yukarıda sizlere, yapmış olduğum girişime kalkışmamın nedenlerinden ve ürün seçiminden bahsettim. Bir sonraki yazıda da toprak ve iklim ozelliklerinden bahsedip yaşadığım iyi ve kötü olayları sizlere ders ve ibret olması için aktaracağım.

Ayağımızın altındaki toprağı “ana” olarak bilen tüm tarım ve hayvancılık gönüllüleri ile onbeş gün sonra tekrar görüşmek üzere, sağlıcakla kalın.

Hiç yorum yok: